Sayın Başbakan,
Bu size ikinci mektubum, elbette okumamışsınızdır, ama Facebook’ta 2700’den fazla paylaşılan ilk mektubumun linkini de en sonda paylaşacağım... Bu mektupların size ulaşmasını umuyor olsam da, bunları bu amaçla yazmıyorum. Sadece aynadaki adamın gözlerine hep aynı güven ve korkusuzlukla bakabilmeyi en önemli prensip sayan bir hayat yolum var, umarım bu sizin için de, herkes için de ...geçerli olsun…
İlk mektupta söylediklerimi tekrar etmemeye çalışacağım. Ama siz eski sözlerinizi tekrar ettikçe, yeni pencere ve perspektifler açmak gittikçe zorlaşıyor. Yine de, dün dündür, ve bugün yeni şeyler söylemek lazım.
Sayın Başbakan,
Demokratikleşme konusunda büyük adımlar attınız. Fatih Sultan Mehmet’in zamanın ruhuna uygun olarak kurduğu ve eğitimlilerin eğitimsizleri, sarayın en derununda öğrenilen bir devlet terbiyesi altında, ancak padişahın şahsi köleleri olarak yönettikleri bir sistemin, Kanuni’den sonra nepotizmle bozulsa da, Cumhuriyet’e kadar süren geleneğini yıktınız. Cumhuriyet’i kuran kadrolar, aynı devlet terbiyesinden geliyorlardı, ve her zaman devletin, milletten önemli olduğunu düşündüler. Ancak siz askeri ve bürokratik vesayeti kaldırmak için büyük adımlar attınız.
Birinci döneminiz bir “merhaba” dönemiydi, kelimenin anlamındaki gibi zararsızlık üzerine kuruluydu. Sistemi tanıdınız. İkinci dönem, “selam” dönemiydi, “islam” ya da “şalom” sözcüklerinin Sami kökeninde olduğu gibi, barış ve huzur odaklıydınız. Siz ustalık olarak adlandırsanız da, birçoklarımızın bir baskı ve zulüm dönemi olarak gördüğü 3. döneminiz, “esselamü aleyküm ve rahmetullah” dönemi oldu, sadece ideolojik kökenlerinizdekileri mutlu etmeye odaklandığınız bir süreç başladı.
İlk iki dönemdeki başarılarınıza dayanıp, partinizin adından “adalet” ve “kalkınma” kavramlarını çıkarıp, “AK Parti” tanımlamasına odaklandığınız dönemi başlattınız. Aslında başarılı da olduğunuz kalkınmada “ak” olup olmadığınızı tartışan birçok bilgi ve belge var. Elbette kendi zenginlerinizi yaratacaktınız, doğu siyasetinde, batı siyasetinden farklı olarak, zenginlere yakın olanlar iktidara gelmez, iktidara yakın olanlar zengin olur, ve değişmesi gerekse de, bu hayatın doğal akışına uygundur. Ama adalet bölümünde “ak” olmadınız, olamadınız. İntikama odaklandınız. Devlet yönetimini sadece kendi inancınıza uygun olanlarla paylaşmak bir yana, bir daha hiçbir zaman, sizin inançlarınızı paylaşmayanların devlet yönetimine gelemeyeceği bir sistem kurmaya çalıştınız. Ve buna inanmayan herkesi, mantıksız yargılamalara tabi tuttunuz.
Bütün mesele aslında partinizin isminde saklı. Kalkınma bölümünde sorun yok, ve aslında meydanlarda bulunanların çoğunun hayat standartları iyileşti. Bunda sizin de, ekibinizin de katkıları büyük. Yurt içinde ve özellikle dışında, vatandaşlarımızın kendilerine güvenleri de arttı. Ama adaleti, kendi kişisel müktesebatınıza uygun bir hale getirince, Adalet ve Kalkınma Partisi, anlamını kaybetti, bazı spekülasyonlarda olduğu gibi, baş harflerini “Allah, Kuran, Peygamber”den alan bir tür Hizbullah’a dönüştü.
Bütün sorunlarımızın kökeninde bu var. Aslında başkanlık sistemi ısrarının, bugün TBMM yetkisinde olan hilafeti canlandırmak olduğunu iddia edenler de var. Siz kendinizi sadece kalkınmaya odaklı, sizin gibi futbol kökenli olsa da Amerikan Koleji mezunu Menderes’e, ya da Pan-Türkizm peşindeki, kendisiyle dalga geçebilecek kadar tonton Özal’a benzetmeye çalışsanız da, ikisi de değilsiniz. Siz en çok Pan-İslamizm peşindeki II. Abdülhamid’e benziyorsunuz. Kalkınma için çaba gösterirken bir istibdat yönetimi kurmaya çalışıyorsunuz, ve bilinçaltınızdaki bu özdeşleşme sizi Topçu Kışlası’nda ısrar etmeye kadar götürüyor.
Abdülhamid Han, ya da Kızıl Sultan, ya da ikisinden biri olmak da bir seçim. Ama kendinize de, bize de dürüst olun. Demokrasi değil, yasama, yürütme ve yargının tek elde toplandığı, ve kendi yaşam normlarınızı kitlelere, ve bize sorgusuz sualsiz empoze edebileceğiniz bir başkanlık sistemi istiyorsunuz. Ve bu son olayların buna zarar verebileceğinden korkunuz yüzünden, sertleştiniz. Size inanan, demokrasinin kontrol ve denge mekanizmalarını bilmeyen, ve tek adam yönetimini tercih eden kitlenizi konsolide etmeye çalıştınız. Bu uğurda, ya danışmanlarınız size yalan söyledi, ya da siz algılamaları yönetmek için gerçekleri manipüle ettiniz. Ama çok büyük güven kaybettiniz.
Çünkü tutarsız oldunuz. Söyledikleriniz birbiriyle çelişti. Zaman içinde aynı konuda birçok farklı yorumda bulundunuz.
Tutarsız oldunuz. Kendi yaşam tarzınıza, ve “yakınlarınızın” yaşam tarzına duyduğunuz hassasiyeti, başkalarının, ve bizim yaşam tarzımız söz konusu olduğunda, aşağılayıcı, hakaret dolu bir üslupla yargılarken, hiç dile getirmediniz. Oysa sizi iktidara getiren buydu, yaşam tarzlarınıza iktidarın anlayışsız davranmasıydı.
Tutarsız oldunuz. Balkon konuşmanızla, tamamen uyumsuz davrandınız. Orada 74, sonra 76 milyonun Başbakan’ıyım dediniz, ama yüzde 50’lerden de bahsettiniz. Siz kimsesizlerin kimsesi olmaktan, sadece yüzde 50’den birisi olmayı seçtiniz.
Tutarsız oldunuz. Partinizdeki farklı sesleri, sadece başkanlık hedefi uğruna dinlememeye başladınız. 3. dönem taahhüdünüz sizde öyle bir gerilim yaratıyor ki, gelecek dönemde başkan olmasanız da, Cumhurbaşkanı olmak sizin için öyle bir obsesyona dönüşmüş ki, istişare yapsanız da, artık kimseyi dinlemiyorsunuz.
Tutarsız oldunuz. Askeri ve bürokratik vesayeti kaldırdınız, ama kendi vesayetinizi kurmaya çalıştınız. Sizi denetlemesi gereken yargıyı kendinize bağladınız, Ordu’yu paralize ettiniz, sonra kullanmaya çalıştınız, şikâyet ederek iktidara geldiğiniz her konuda otorite elinize geçince farklı davrandınız.
Tutarsız oldunuz. 10 yıl oldu, 11’e giriyoruz, hala mağduriyet edebiyatı yapıyorsunuz. Kitleniz kolay manipüle ediliyor olabilir, ama kadrolarınız, ve siz, bu konuda aynaya nasıl bakabiliyorsunuz? Mağdur değil mağrur, mazlum değil, zalim, İbrahim değil, Nemrut olma ihtimalinizi hiç mi görmüyorsunuz?
Tutarsız oldunuz. Başkanlık sistemi tartışmaları ve 3. döneme kadar, Hasan Cemal başta olmak üzere köşe yazarları ve liberaller, ana akım medya, Cemaat, TÜSİAD, AB, ABD, İsrail, ve hatta Esat müttefikinizken, neden hepsiyle çatışmaya girdiniz? Türk sermayesini nasıl kategorize ettiniz? Sanırım, artık hiçbirine ihtiyacınız olmadığı düşünüyorsunuz, ancak çok yanılıyorsunuz. Sizin iktidarınızı onlar besledi, ve artık yanınızda değiller, çok yalnızsınız.
Sayın Başbakan,
Çok büyük bir baba sorununuz var. Muhterem babanız otoriter bir baba olarak size sevgi verememiş, ve siz hep onun sevgisini hak etmek için uğraşmışsınız. Hakk’ın rahmetine kavuşalı çok olmasına rağmen, hala onun sizi sevmesi ve onaylaması için uğraşıyorsunuz. Size koyduğu engelleri rasyonalize etmeye uğraşıyorsunuz. Bu yüzden, babanızın sesinin onaylayacağı şeyleri yapmaya çalışıyorsunuz. Ama bu size de, misyonunuza da çok büyük zarar veriyor.
Kimse size karşı değil, bunu anlayın. Babanıza ve onun size öğrettiklerine karşıyız. Babanızın size tokatla öğretme üslubuna karşıyız. O size nasıl kendi ahlak anlayışını empoze ettiyse, sizin de aynı üslubu taklit ve takip etmenize karşıyız. İnsanlar sizi sevmediklerinde, meydanlarda babanızın sesini duymaya olan ihtiyacınızın, çok büyük bir sevgi eksikliği olduğunu düşünüyoruz. Oysa o da tıpkı, sizin bizleri sevmeye çalıştığınız gibi, sizi seviyordu. Buna emin olun… O sizi seviyordu, sadece sevme üslubu sertti, çoğumuzun babalarında olduğu gibi, sevgisini göstermeyi bilmiyordu.
Siz öğrenin. Ve artık babanızla ve onun tokatla öğretme üslubuyla helalleşin ve vedalaşın. Torunlarınıza odaklanın. O dönem bitti, farklı bir nesille karşı karşıyasınız. Parti ambleminizdeki ampul, akkor bir ampul, babanızın teknolojisi. Sonra floresanlar geldi, sonra tasarruflu ampuller, şimdi de LED ampuller. Yeni teknoloji ve yeni nesiller, siz de dahil, hepimizin babamızı aşmamız gerektiğini söylüyor. Allah aşkına, bu yeni dönemin farklı ışığını görün.
Bu size, ülkemizi aslında gereksiz gerginliklere sokmamasını ve yazmamayı umduğum, seçim hileleriyle ilgili bilimsel bir analizi sunma ihtimalim olan 3. mektuptan önceki son çağrım. Lütfen, babanızdan farklı bir baba olun, çocuklarınıza olan sevginizi gösterecek kadar cesur, kainatın dengelerine saygılı ve çocuklarınızın kararlarına saygı duyabilecek kadar mümin olun, Hayrihi ve şerrihi minallahi teala ….
Korkut Keskiner
PS: Bir önceki mektup, http:// isigayuruyus.blogspot.com/2013/ 06/ 1-haziran-cok-paylaslms-olan-ba sbakana.html linkinde, ve bütün yazılarımı, adım , imzam, ve linklerle paylaşabilrsiniz.
Bu size ikinci mektubum, elbette okumamışsınızdır, ama Facebook’ta 2700’den fazla paylaşılan ilk mektubumun linkini de en sonda paylaşacağım... Bu mektupların size ulaşmasını umuyor olsam da, bunları bu amaçla yazmıyorum. Sadece aynadaki adamın gözlerine hep aynı güven ve korkusuzlukla bakabilmeyi en önemli prensip sayan bir hayat yolum var, umarım bu sizin için de, herkes için de ...geçerli olsun…
İlk mektupta söylediklerimi tekrar etmemeye çalışacağım. Ama siz eski sözlerinizi tekrar ettikçe, yeni pencere ve perspektifler açmak gittikçe zorlaşıyor. Yine de, dün dündür, ve bugün yeni şeyler söylemek lazım.
Sayın Başbakan,
Demokratikleşme konusunda büyük adımlar attınız. Fatih Sultan Mehmet’in zamanın ruhuna uygun olarak kurduğu ve eğitimlilerin eğitimsizleri, sarayın en derununda öğrenilen bir devlet terbiyesi altında, ancak padişahın şahsi köleleri olarak yönettikleri bir sistemin, Kanuni’den sonra nepotizmle bozulsa da, Cumhuriyet’e kadar süren geleneğini yıktınız. Cumhuriyet’i kuran kadrolar, aynı devlet terbiyesinden geliyorlardı, ve her zaman devletin, milletten önemli olduğunu düşündüler. Ancak siz askeri ve bürokratik vesayeti kaldırmak için büyük adımlar attınız.
Birinci döneminiz bir “merhaba” dönemiydi, kelimenin anlamındaki gibi zararsızlık üzerine kuruluydu. Sistemi tanıdınız. İkinci dönem, “selam” dönemiydi, “islam” ya da “şalom” sözcüklerinin Sami kökeninde olduğu gibi, barış ve huzur odaklıydınız. Siz ustalık olarak adlandırsanız da, birçoklarımızın bir baskı ve zulüm dönemi olarak gördüğü 3. döneminiz, “esselamü aleyküm ve rahmetullah” dönemi oldu, sadece ideolojik kökenlerinizdekileri mutlu etmeye odaklandığınız bir süreç başladı.
İlk iki dönemdeki başarılarınıza dayanıp, partinizin adından “adalet” ve “kalkınma” kavramlarını çıkarıp, “AK Parti” tanımlamasına odaklandığınız dönemi başlattınız. Aslında başarılı da olduğunuz kalkınmada “ak” olup olmadığınızı tartışan birçok bilgi ve belge var. Elbette kendi zenginlerinizi yaratacaktınız, doğu siyasetinde, batı siyasetinden farklı olarak, zenginlere yakın olanlar iktidara gelmez, iktidara yakın olanlar zengin olur, ve değişmesi gerekse de, bu hayatın doğal akışına uygundur. Ama adalet bölümünde “ak” olmadınız, olamadınız. İntikama odaklandınız. Devlet yönetimini sadece kendi inancınıza uygun olanlarla paylaşmak bir yana, bir daha hiçbir zaman, sizin inançlarınızı paylaşmayanların devlet yönetimine gelemeyeceği bir sistem kurmaya çalıştınız. Ve buna inanmayan herkesi, mantıksız yargılamalara tabi tuttunuz.
Bütün mesele aslında partinizin isminde saklı. Kalkınma bölümünde sorun yok, ve aslında meydanlarda bulunanların çoğunun hayat standartları iyileşti. Bunda sizin de, ekibinizin de katkıları büyük. Yurt içinde ve özellikle dışında, vatandaşlarımızın kendilerine güvenleri de arttı. Ama adaleti, kendi kişisel müktesebatınıza uygun bir hale getirince, Adalet ve Kalkınma Partisi, anlamını kaybetti, bazı spekülasyonlarda olduğu gibi, baş harflerini “Allah, Kuran, Peygamber”den alan bir tür Hizbullah’a dönüştü.
Bütün sorunlarımızın kökeninde bu var. Aslında başkanlık sistemi ısrarının, bugün TBMM yetkisinde olan hilafeti canlandırmak olduğunu iddia edenler de var. Siz kendinizi sadece kalkınmaya odaklı, sizin gibi futbol kökenli olsa da Amerikan Koleji mezunu Menderes’e, ya da Pan-Türkizm peşindeki, kendisiyle dalga geçebilecek kadar tonton Özal’a benzetmeye çalışsanız da, ikisi de değilsiniz. Siz en çok Pan-İslamizm peşindeki II. Abdülhamid’e benziyorsunuz. Kalkınma için çaba gösterirken bir istibdat yönetimi kurmaya çalışıyorsunuz, ve bilinçaltınızdaki bu özdeşleşme sizi Topçu Kışlası’nda ısrar etmeye kadar götürüyor.
Abdülhamid Han, ya da Kızıl Sultan, ya da ikisinden biri olmak da bir seçim. Ama kendinize de, bize de dürüst olun. Demokrasi değil, yasama, yürütme ve yargının tek elde toplandığı, ve kendi yaşam normlarınızı kitlelere, ve bize sorgusuz sualsiz empoze edebileceğiniz bir başkanlık sistemi istiyorsunuz. Ve bu son olayların buna zarar verebileceğinden korkunuz yüzünden, sertleştiniz. Size inanan, demokrasinin kontrol ve denge mekanizmalarını bilmeyen, ve tek adam yönetimini tercih eden kitlenizi konsolide etmeye çalıştınız. Bu uğurda, ya danışmanlarınız size yalan söyledi, ya da siz algılamaları yönetmek için gerçekleri manipüle ettiniz. Ama çok büyük güven kaybettiniz.
Çünkü tutarsız oldunuz. Söyledikleriniz birbiriyle çelişti. Zaman içinde aynı konuda birçok farklı yorumda bulundunuz.
Tutarsız oldunuz. Kendi yaşam tarzınıza, ve “yakınlarınızın” yaşam tarzına duyduğunuz hassasiyeti, başkalarının, ve bizim yaşam tarzımız söz konusu olduğunda, aşağılayıcı, hakaret dolu bir üslupla yargılarken, hiç dile getirmediniz. Oysa sizi iktidara getiren buydu, yaşam tarzlarınıza iktidarın anlayışsız davranmasıydı.
Tutarsız oldunuz. Balkon konuşmanızla, tamamen uyumsuz davrandınız. Orada 74, sonra 76 milyonun Başbakan’ıyım dediniz, ama yüzde 50’lerden de bahsettiniz. Siz kimsesizlerin kimsesi olmaktan, sadece yüzde 50’den birisi olmayı seçtiniz.
Tutarsız oldunuz. Partinizdeki farklı sesleri, sadece başkanlık hedefi uğruna dinlememeye başladınız. 3. dönem taahhüdünüz sizde öyle bir gerilim yaratıyor ki, gelecek dönemde başkan olmasanız da, Cumhurbaşkanı olmak sizin için öyle bir obsesyona dönüşmüş ki, istişare yapsanız da, artık kimseyi dinlemiyorsunuz.
Tutarsız oldunuz. Askeri ve bürokratik vesayeti kaldırdınız, ama kendi vesayetinizi kurmaya çalıştınız. Sizi denetlemesi gereken yargıyı kendinize bağladınız, Ordu’yu paralize ettiniz, sonra kullanmaya çalıştınız, şikâyet ederek iktidara geldiğiniz her konuda otorite elinize geçince farklı davrandınız.
Tutarsız oldunuz. 10 yıl oldu, 11’e giriyoruz, hala mağduriyet edebiyatı yapıyorsunuz. Kitleniz kolay manipüle ediliyor olabilir, ama kadrolarınız, ve siz, bu konuda aynaya nasıl bakabiliyorsunuz? Mağdur değil mağrur, mazlum değil, zalim, İbrahim değil, Nemrut olma ihtimalinizi hiç mi görmüyorsunuz?
Tutarsız oldunuz. Başkanlık sistemi tartışmaları ve 3. döneme kadar, Hasan Cemal başta olmak üzere köşe yazarları ve liberaller, ana akım medya, Cemaat, TÜSİAD, AB, ABD, İsrail, ve hatta Esat müttefikinizken, neden hepsiyle çatışmaya girdiniz? Türk sermayesini nasıl kategorize ettiniz? Sanırım, artık hiçbirine ihtiyacınız olmadığı düşünüyorsunuz, ancak çok yanılıyorsunuz. Sizin iktidarınızı onlar besledi, ve artık yanınızda değiller, çok yalnızsınız.
Sayın Başbakan,
Çok büyük bir baba sorununuz var. Muhterem babanız otoriter bir baba olarak size sevgi verememiş, ve siz hep onun sevgisini hak etmek için uğraşmışsınız. Hakk’ın rahmetine kavuşalı çok olmasına rağmen, hala onun sizi sevmesi ve onaylaması için uğraşıyorsunuz. Size koyduğu engelleri rasyonalize etmeye uğraşıyorsunuz. Bu yüzden, babanızın sesinin onaylayacağı şeyleri yapmaya çalışıyorsunuz. Ama bu size de, misyonunuza da çok büyük zarar veriyor.
Kimse size karşı değil, bunu anlayın. Babanıza ve onun size öğrettiklerine karşıyız. Babanızın size tokatla öğretme üslubuna karşıyız. O size nasıl kendi ahlak anlayışını empoze ettiyse, sizin de aynı üslubu taklit ve takip etmenize karşıyız. İnsanlar sizi sevmediklerinde, meydanlarda babanızın sesini duymaya olan ihtiyacınızın, çok büyük bir sevgi eksikliği olduğunu düşünüyoruz. Oysa o da tıpkı, sizin bizleri sevmeye çalıştığınız gibi, sizi seviyordu. Buna emin olun… O sizi seviyordu, sadece sevme üslubu sertti, çoğumuzun babalarında olduğu gibi, sevgisini göstermeyi bilmiyordu.
Siz öğrenin. Ve artık babanızla ve onun tokatla öğretme üslubuyla helalleşin ve vedalaşın. Torunlarınıza odaklanın. O dönem bitti, farklı bir nesille karşı karşıyasınız. Parti ambleminizdeki ampul, akkor bir ampul, babanızın teknolojisi. Sonra floresanlar geldi, sonra tasarruflu ampuller, şimdi de LED ampuller. Yeni teknoloji ve yeni nesiller, siz de dahil, hepimizin babamızı aşmamız gerektiğini söylüyor. Allah aşkına, bu yeni dönemin farklı ışığını görün.
Bu size, ülkemizi aslında gereksiz gerginliklere sokmamasını ve yazmamayı umduğum, seçim hileleriyle ilgili bilimsel bir analizi sunma ihtimalim olan 3. mektuptan önceki son çağrım. Lütfen, babanızdan farklı bir baba olun, çocuklarınıza olan sevginizi gösterecek kadar cesur, kainatın dengelerine saygılı ve çocuklarınızın kararlarına saygı duyabilecek kadar mümin olun, Hayrihi ve şerrihi minallahi teala ….
Korkut Keskiner
PS: Bir önceki mektup, http://