17 Haziran 2013 Pazartesi

Başbakan'a 2. mektup, 17.6.013

Sayın Başbakan,
Bu size ikinci mektubum, elbette okumamışsınızdır, ama Facebook’ta 2700’den fazla paylaşılan ilk mektubumun linkini de en sonda paylaşacağım... Bu mektupların size ulaşmasını umuyor olsam da, bunları bu amaçla yazmıyorum. Sadece aynadaki adamın gözlerine hep aynı güven ve korkusuzlukla bakabilmeyi en önemli prensip sayan bir hayat yolum var, umarım bu sizin için de, herkes için de ...
geçerli olsun…
İlk mektupta söylediklerimi tekrar etmemeye çalışacağım. Ama siz eski sözlerinizi tekrar ettikçe, yeni pencere ve perspektifler açmak gittikçe zorlaşıyor. Yine de, dün dündür, ve bugün yeni şeyler söylemek lazım.
Sayın Başbakan,
Demokratikleşme konusunda büyük adımlar attınız. Fatih Sultan Mehmet’in zamanın ruhuna uygun olarak kurduğu ve eğitimlilerin eğitimsizleri, sarayın en derununda öğrenilen bir devlet terbiyesi altında, ancak padişahın şahsi köleleri olarak yönettikleri bir sistemin, Kanuni’den sonra nepotizmle bozulsa da, Cumhuriyet’e kadar süren geleneğini yıktınız. Cumhuriyet’i kuran kadrolar, aynı devlet terbiyesinden geliyorlardı, ve her zaman devletin, milletten önemli olduğunu düşündüler. Ancak siz askeri ve bürokratik vesayeti kaldırmak için büyük adımlar attınız.
Birinci döneminiz bir “merhaba” dönemiydi, kelimenin anlamındaki gibi zararsızlık üzerine kuruluydu. Sistemi tanıdınız. İkinci dönem, “selam” dönemiydi, “islam” ya da “şalom” sözcüklerinin Sami kökeninde olduğu gibi, barış ve huzur odaklıydınız. Siz ustalık olarak adlandırsanız da, birçoklarımızın bir baskı ve zulüm dönemi olarak gördüğü 3. döneminiz, “esselamü aleyküm ve rahmetullah” dönemi oldu, sadece ideolojik kökenlerinizdekileri mutlu etmeye odaklandığınız bir süreç başladı.
İlk iki dönemdeki başarılarınıza dayanıp, partinizin adından “adalet” ve “kalkınma” kavramlarını çıkarıp, “AK Parti” tanımlamasına odaklandığınız dönemi başlattınız. Aslında başarılı da olduğunuz kalkınmada “ak” olup olmadığınızı tartışan birçok bilgi ve belge var. Elbette kendi zenginlerinizi yaratacaktınız, doğu siyasetinde, batı siyasetinden farklı olarak, zenginlere yakın olanlar iktidara gelmez, iktidara yakın olanlar zengin olur, ve değişmesi gerekse de, bu hayatın doğal akışına uygundur. Ama adalet bölümünde “ak” olmadınız, olamadınız. İntikama odaklandınız. Devlet yönetimini sadece kendi inancınıza uygun olanlarla paylaşmak bir yana, bir daha hiçbir zaman, sizin inançlarınızı paylaşmayanların devlet yönetimine gelemeyeceği bir sistem kurmaya çalıştınız. Ve buna inanmayan herkesi, mantıksız yargılamalara tabi tuttunuz.
Bütün mesele aslında partinizin isminde saklı. Kalkınma bölümünde sorun yok, ve aslında meydanlarda bulunanların çoğunun hayat standartları iyileşti. Bunda sizin de, ekibinizin de katkıları büyük. Yurt içinde ve özellikle dışında, vatandaşlarımızın kendilerine güvenleri de arttı. Ama adaleti, kendi kişisel müktesebatınıza uygun bir hale getirince, Adalet ve Kalkınma Partisi, anlamını kaybetti, bazı spekülasyonlarda olduğu gibi, baş harflerini “Allah, Kuran, Peygamber”den alan bir tür Hizbullah’a dönüştü.
Bütün sorunlarımızın kökeninde bu var. Aslında başkanlık sistemi ısrarının, bugün TBMM yetkisinde olan hilafeti canlandırmak olduğunu iddia edenler de var. Siz kendinizi sadece kalkınmaya odaklı, sizin gibi futbol kökenli olsa da Amerikan Koleji mezunu Menderes’e, ya da Pan-Türkizm peşindeki, kendisiyle dalga geçebilecek kadar tonton Özal’a benzetmeye çalışsanız da, ikisi de değilsiniz. Siz en çok Pan-İslamizm peşindeki II. Abdülhamid’e benziyorsunuz. Kalkınma için çaba gösterirken bir istibdat yönetimi kurmaya çalışıyorsunuz, ve bilinçaltınızdaki bu özdeşleşme sizi Topçu Kışlası’nda ısrar etmeye kadar götürüyor.
Abdülhamid Han, ya da Kızıl Sultan, ya da ikisinden biri olmak da bir seçim. Ama kendinize de, bize de dürüst olun. Demokrasi değil, yasama, yürütme ve yargının tek elde toplandığı, ve kendi yaşam normlarınızı kitlelere, ve bize sorgusuz sualsiz empoze edebileceğiniz bir başkanlık sistemi istiyorsunuz. Ve bu son olayların buna zarar verebileceğinden korkunuz yüzünden, sertleştiniz. Size inanan, demokrasinin kontrol ve denge mekanizmalarını bilmeyen, ve tek adam yönetimini tercih eden kitlenizi konsolide etmeye çalıştınız. Bu uğurda, ya danışmanlarınız size yalan söyledi, ya da siz algılamaları yönetmek için gerçekleri manipüle ettiniz. Ama çok büyük güven kaybettiniz.
Çünkü tutarsız oldunuz. Söyledikleriniz birbiriyle çelişti. Zaman içinde aynı konuda birçok farklı yorumda bulundunuz.
Tutarsız oldunuz. Kendi yaşam tarzınıza, ve “yakınlarınızın” yaşam tarzına duyduğunuz hassasiyeti, başkalarının, ve bizim yaşam tarzımız söz konusu olduğunda, aşağılayıcı, hakaret dolu bir üslupla yargılarken, hiç dile getirmediniz. Oysa sizi iktidara getiren buydu, yaşam tarzlarınıza iktidarın anlayışsız davranmasıydı.
Tutarsız oldunuz. Balkon konuşmanızla, tamamen uyumsuz davrandınız. Orada 74, sonra 76 milyonun Başbakan’ıyım dediniz, ama yüzde 50’lerden de bahsettiniz. Siz kimsesizlerin kimsesi olmaktan, sadece yüzde 50’den birisi olmayı seçtiniz.
Tutarsız oldunuz. Partinizdeki farklı sesleri, sadece başkanlık hedefi uğruna dinlememeye başladınız. 3. dönem taahhüdünüz sizde öyle bir gerilim yaratıyor ki, gelecek dönemde başkan olmasanız da, Cumhurbaşkanı olmak sizin için öyle bir obsesyona dönüşmüş ki, istişare yapsanız da, artık kimseyi dinlemiyorsunuz.
Tutarsız oldunuz. Askeri ve bürokratik vesayeti kaldırdınız, ama kendi vesayetinizi kurmaya çalıştınız. Sizi denetlemesi gereken yargıyı kendinize bağladınız, Ordu’yu paralize ettiniz, sonra kullanmaya çalıştınız, şikâyet ederek iktidara geldiğiniz her konuda otorite elinize geçince farklı davrandınız.
Tutarsız oldunuz. 10 yıl oldu, 11’e giriyoruz, hala mağduriyet edebiyatı yapıyorsunuz. Kitleniz kolay manipüle ediliyor olabilir, ama kadrolarınız, ve siz, bu konuda aynaya nasıl bakabiliyorsunuz? Mağdur değil mağrur, mazlum değil, zalim, İbrahim değil, Nemrut olma ihtimalinizi hiç mi görmüyorsunuz?
Tutarsız oldunuz. Başkanlık sistemi tartışmaları ve 3. döneme kadar, Hasan Cemal başta olmak üzere köşe yazarları ve liberaller, ana akım medya, Cemaat, TÜSİAD, AB, ABD, İsrail, ve hatta Esat müttefikinizken, neden hepsiyle çatışmaya girdiniz? Türk sermayesini nasıl kategorize ettiniz? Sanırım, artık hiçbirine ihtiyacınız olmadığı düşünüyorsunuz, ancak çok yanılıyorsunuz. Sizin iktidarınızı onlar besledi, ve artık yanınızda değiller, çok yalnızsınız.
Sayın Başbakan,
Çok büyük bir baba sorununuz var. Muhterem babanız otoriter bir baba olarak size sevgi verememiş, ve siz hep onun sevgisini hak etmek için uğraşmışsınız. Hakk’ın rahmetine kavuşalı çok olmasına rağmen, hala onun sizi sevmesi ve onaylaması için uğraşıyorsunuz. Size koyduğu engelleri rasyonalize etmeye uğraşıyorsunuz. Bu yüzden, babanızın sesinin onaylayacağı şeyleri yapmaya çalışıyorsunuz. Ama bu size de, misyonunuza da çok büyük zarar veriyor.
Kimse size karşı değil, bunu anlayın. Babanıza ve onun size öğrettiklerine karşıyız. Babanızın size tokatla öğretme üslubuna karşıyız. O size nasıl kendi ahlak anlayışını empoze ettiyse, sizin de aynı üslubu taklit ve takip etmenize karşıyız. İnsanlar sizi sevmediklerinde, meydanlarda babanızın sesini duymaya olan ihtiyacınızın, çok büyük bir sevgi eksikliği olduğunu düşünüyoruz. Oysa o da tıpkı, sizin bizleri sevmeye çalıştığınız gibi, sizi seviyordu. Buna emin olun… O sizi seviyordu, sadece sevme üslubu sertti, çoğumuzun babalarında olduğu gibi, sevgisini göstermeyi bilmiyordu.
Siz öğrenin. Ve artık babanızla ve onun tokatla öğretme üslubuyla helalleşin ve vedalaşın. Torunlarınıza odaklanın. O dönem bitti, farklı bir nesille karşı karşıyasınız. Parti ambleminizdeki ampul, akkor bir ampul, babanızın teknolojisi. Sonra floresanlar geldi, sonra tasarruflu ampuller, şimdi de LED ampuller. Yeni teknoloji ve yeni nesiller, siz de dahil, hepimizin babamızı aşmamız gerektiğini söylüyor. Allah aşkına, bu yeni dönemin farklı ışığını görün.
Bu size, ülkemizi aslında gereksiz gerginliklere sokmamasını ve yazmamayı umduğum, seçim hileleriyle ilgili bilimsel bir analizi sunma ihtimalim olan 3. mektuptan önceki son çağrım. Lütfen, babanızdan farklı bir baba olun, çocuklarınıza olan sevginizi gösterecek kadar cesur, kainatın dengelerine saygılı ve çocuklarınızın kararlarına saygı duyabilecek kadar mümin olun, Hayrihi ve şerrihi minallahi teala ….
Korkut Keskiner
PS: Bir önceki mektup,
http://isigayuruyus.blogspot.com/2013/06/1-haziran-cok-paylaslms-olan-basbakana.html linkinde, ve bütün yazılarımı, adım , imzam, ve linklerle paylaşabilrsiniz.

14 Haziran 2013 Cuma

14 Haziran, Analiz


1- Konjonktürün bizden yana olduğunu yazmıştım. Sermaye ve dış dünyadaki imaj yüzünden, hükümet geri adım attı. “Size mi soracağız?” noktasından, “tabii ki size soracağız” noktasına geldiler.
2- Bu, özellikle Başbakan’ın annesi ve eşine söylenen laflardan sonra, bu karakterde bir yönetici için çok ama çok büyük bir geri adımdır. Büyük bir kazanımdır.
3- Yine AKP içinde, ve Cemaat’te farklı seslerin olduğunu da söylemiştim. Aralarında yapılan istişarelerden sonraki tutum değişikliğine bakarsak, uzun süredir kimseyi dinlemeyen Başbakan’ın parti içindeki otoritesi bile sarsılmış durumdadır.
4- Ancak bunu kolay hazmedemeyecek ve asla unutmayacaktır. Yine de Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar, özellikle “ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur” üslubunu yumuşatacaktır.
5- Eğer onun açısından bakarsak, herkes için neyin daha “iyi” olacağını bildiğini zanneden bir babanın, güzel benzetmedeki gibi, havadaki elini tutan “evladının” itirazları nedeniyle, hayal kırıklığı içinde olduğu da söylenebilir.
6- Bunun sadece cici ve sevimli “çevreci” çocukların, 3-5 ağaç ve Topçu Kışlası muhalefeti olmadığı, özgürlükler ve hayat tarzlarının güvenceye alınması konusundaki endişelere, ve düdüklü tencerede pişirilmeye çalışılan muhafazakâr bir tarifte malzeme olunmayacağına dair bir itiraz olduğu, herkes tarafından anlaşılmıştır.
7- Mesajlar alınmıştır argümanı yanlıştır, bu mesajlar zorla, gözlere sokularak verilmiştir. Üç maymun medyasına rağmen, sevgi ve mizahla kenetlenen gençlik, sadece iktidara değil, bütün siyasi sisteme çok önemli bir değişimin geldiğini, ve bu değişime ayak uyduramayacak olanların hızla eskiyeceği mesajını vermiştir. Ama bütün siyasi hareketler eskiyordu, birinciliği AKP’ye verdiler demek yanlış olmaz.
8- Bütün siyaset sistemi, hatta, ekonomi, medya, ve sosyoloji bile değişecektir. Eski Türkiye, yeni Türkiye’ye dönüşmeden, en yeni Türkiye ortaya çıkmıştır. Ve bu artık durdurulamaz.
9- AKP kurmak istediği, ama en yeni Türkiye’ye toslayan, yeni Türkiye’de eski metotların, jargonların, Devlet Baba hoyratlığı ve nobranlığının çalışmayacağını görmelidir. En yeni Türkiye, ironik olarak AKP’nin kalkınma bölümüne değil, adalet bölümüne karşı çıkmaktadır. İktidarın seçim sandığında değişmesine de bir itirazı yoktur.
10- Özellikle dış güçler, farklı istihbarat grupları ve bunların terör uzantıları da eylemlerde yer almıştır. Faiz lobisi, ya da dış medya suçlamaları ne kadar saçmaysa, bunlar da o kadar doğrudur. Bu yüzden, özellikle dış dünyadan gelen etkilere tepki, hepimizden gelmelidir.
11- Keşke boks terimleri kullanmadan açıklayabileceğim bir uzlaşma zemini kesinleşseydi, ama ilk raund kazanılmıştır. Şimdi köşemizde dinlenmeli, antrenörlerimizin stratejilerini dinlemeli, gaz yüzünden alamadığımız uzun ve derin nefesleri almalıyız.
12- Bunun bir maraton olduğunu, asla kısa sürmeyeceğini, duraklamalar ve engeller olacağını, duygulardan bir eylem planına geçilmesi gerektiğini de söylemiştim. Arzu edenler hangi tarihte ne yazdığımı http://isigayuruyus.blogspot.com/ adresinde okuyabilirler.
13- Şimdi eylemlerden söylem oluşturma zamanı gelmiştir. Bu konuda çalışan, hepsi iyi niyetli, samimi gruplar çalışmalara da başlamışlardır.
14- Ancak, “Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir!” cümlesini anlamayanlar, geleceği asla anlayamayacaklardır. Bazıları için üzgünüm, ama gerçek “altın nesil” budur, ve diğer sözde “altın nesil”lerden çok daha kalabalıktır ve çok daha güçlü bir enerjiye sahiptir.
15- Bundan sonraki hedefler, bu neslin kendi istikbali konusundaki tercihleri çerçevesinde konmalı, odak bu olmalıdır. Eylemlerde gördüğümüz ruh ve imece, sadece ülkemiz için değil, bütün dünya için, ütopik zannedilen ve ideale yakın bir evrensellik düzeyinin mümkün olduğunu bize göstermiştir.
16- Ey dünyanın özgürlük, barış, sevgi, ve huzur isteyen yeni nesli, birleşin, ve sakın dağılmayın. Ama şimdi, biraz dinlenin…

11 Haziran 2013 Salı

Işığa Yürüyüş Hareketi'nin Manifestosu


MANİFESTO

Yurtta ve dünyada barış için, daha önce hiçbir siyasi seçimin kazananı olmamış, sabıkasız bireyler olarak, bir araya geldiğimiz Işığa Yürüyüş Hareketi’nin manifestosunu saygıyla duyuruyoruz.

1-      Türkiye’de ve dünyada yeni bir nesil, bütün eskimiş kalıpları ve paradigmayı aşabilecek bir Bir’lik bilinciyle, geleceğinin kendisine sorulmadan, başkaları tarafından şekillendirilmesine karşı çıkmaktadır.

2-      Her türlü ötekileştirmeye, ayrıştırmaya, kutuplaştırmaya ve reddiyelere karşı olan bu nesil, bütün dünyada Bir’lik ve beraberlik içinde yaşanabileceğini, bunun mümkün ve aslında zorunlu olduğunu bilmektedir.

3-      Bu neslin anne ve babaları ve kardeşleri, onlardaki masum, iyi niyetli, özgürlükçü evrensel Bir’lik bilincini görmüşler, ve bu görüşleri öğrenmişler, hazmetmişlerdir. Bu yüzden, bu nesil yalnız değildir, önceki ve sonraki kuşaklarca da desteklenmektedir.

4-      Daha önceki gençlik hareketlerinden tamamen farklı, fraksiyonsuz, örgütsüz, lidersiz, ama tek kalp gibi çarpan yürekleriyle, sadece bireysel olumlu duyguları tarafından yönlendirilmektedirler. Bu sevgi ortamı ve olumlu enerjilerinden doğan sinerji, Türkiye’de ve dünyada muhakkak büyük değişimler yaratacaktır.

5-      Tarih boyunca yumuşaklık sertliği hep yenmiştir, çünkü sertliğin bir kırılma noktası vardır, oysa yumuşaklık, sertlik kırılana kadar esner, sonra yine eski haline döner. Bu neslin sevgisi de bütün korkuları yenecektir.

6-      Otoriter iktidarlar, kurumsallaşmış siyaset ve bürokrasi, ezberleri olan bir akademik çevre, bağımlı medya, ve korkuya alıştırılmış kitleler, bu huzur, sevgi, neşe, bolluk, özgürlük ve Bir’lik taleplerini istese de görmezden gelemeyecek, ve değişeceklerdir. Çatık kaşlı devlet baba, müşfik bir devlet anaya dönüşecektir.

7-       Bu noktada, sistemin kurumları, kendi varoluş temellerinin sarsılmasını elbette istemeyecek ve değişime direneceklerdir. Ancak sevgi, dönüştürücü gücü, sabrı, hoşgörüsü ve şefkatiyle, muhakkak sisteme nüfuz edecek, ve bir süre sonra da Bir’lik amacına ulaşacaktır.

8-      Sevgi hareketinin başkanı, liderleri, bürokrasisi, ya da gönüllü olunmayan herhangi bir öneriyi disipline alıcı kuralları olamaz. Sevgi gönüllülüktür, ve kimse bir diğerinin neden farklı bir seçimde bulunduğunu sorgulayamaz.

9-      Bu yüzden, bu harekette de, hiçbir zaman bir başkan, lider ya da otorite makamı olmamalıdır.

10-   Bütün kararlar en geniş katılımla alınmalı, özgür seçimlerin sinerjisiyle ortaya çıkacak olan yeni bir öz yönetim modeli kurulmalıdır.

11-   Bu nedenle, özellikle internet olanakları değerlendirilerek, herkesin bütün ortak kararlar için anında oy kullanabileceği bir karar verme mekanizması gerekmektedir. Bu nedenle Işığa Yürüyüş Hareketi, bu yolu seçmiştir.

12-   En çok dikkat edilmesi gereken nokta, bir siyasi ya da ekonomik model önermeden, sadece sevgi ve huzur dolu bir gelecek kurmaya odaklanılmasıdır. Elbette hareket üyesi olan herkesin siyasi ve ekonomik seçimleri olabilir. Ancak, eğer sevgi, barış, ve huzurdan yanaysak, bu konulardaki fikir ayrılıkları, sadece birer detay haline gelir. Araçlar yerine her zaman amaçlara odaklanmalıyız.

13-   Yine de unutulmamalıdır ki, idealimizdeki sevgi ortamını kurmak için talepte bulunduğumuz kavramlar, siyasi ve ekonomik karar vericilerin etkisi altındaki alanlardır. Bu yüzden bu talepleri netleştirmek de gerekir. İleride bunlara başka maddeler de eklenebilecek de olsa, Işığa Yürüyüş hareketi, başlangıçta 5 hedef önermektedir. Bu hedefler bütün dünya için tespit edilmiş, ancak yanlarındaki açıklamalar Türkiye için yapılmıştır.

14-   TAM VE GARANTİLİ İLETİŞİM VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ: Devlet ve vatandaşlar, şiddet, hakaret ve suç içermeyen her türlü inanç, düşünce ve tavırların, her türlü mecrada iletilmesine  müdahale edemez. Medya ve internetteki paylaşımların hiçbir şekilde izlenmemesi, sansürlenmemesi, engellenmemesi esastır. Bu çerçevede Türkiye’de RTÜK ve BTK, şiddet ve hakaret içermeyen hiçbir içeriğe müdahale edememelidir. İletişim vergisi kaldırılmalı, internet mümkünse bedava, ya da çok daha ulaşılabilir olmalıdır. Bütün bu özgürlükler anayasa güvencesine alınmalıdır.

15-   ÖZEL YAŞAM ÖZGÜRLÜĞÜ: 18 yaşını aşmış herkes, ve ebeveynlerinin bilgisi dahilinde olmak üzere 15 yaşını aşmış olan herkes, özel yaşamında tamamen özgürdür. Alkol, sigara gibi konularda da, bireyler de kurumlar da tamamen özgür olmalıdır, alkollü araç kullanma dışında devlet bu konularda düzenleme yapamaz. Kamusal alanda genel ahlak adı altında hiçbir ahlak normu dayatılamaz. Hangi cinsel yönelimden olursa olsun, hiç kimseye cinsel ayrımcılık yapılamaz. Erişkinler arasında ve gönüllü olan hiçbir cinsel deneyim, yargılanamaz. Özel yaşamla ilgisi olan hiçbir kayıt, delil olamaz, medyada yayınlanamaz.

16-    EĞİTİM ÖZGÜRLÜĞÜ: Herkesin her aşamada ücretsiz eğitim hakkı olmalıdır. Özellikle üniversitelerde, kıyafet veya dış görünüş sınırlamaları kabul edilemez. Üniversite rektörleri, öğretim üyelerinin değil, öğrencilerin oylarıyla seçilecek 3 aday arasından atanmalıdır. Eğer yerel yönetimler arzu ederlerse, orta öğretim kurumlarında, dil ya da din de dâhil olmak üzere o vilayette seçmeli ders olarak her türlü kültür eğitimi verilebilir. Ama temel eğitim, sadece evrensel kültüre odaklanmalıdır. Ülke genelinde yapılan ortak sınavlarda hiçbir inanç ya da düşünceye ağırlık verilemez, din dersi soruları sorulamaz. Eğitim politikalarında genel rahatsızlık yaratan yeni düzenlemeler geri alınmalı, ve bundan sonra eğitim programları Talim Terbiye Kurulu’nda değil, TBMM’de en az 3’te 2 çoğunlukla kararlaştırılmalıdır.

17-   YAŞANABİLİR BİR ÇEVRE ÖZGÜRLÜĞÜ: Üzerinde yaşadığımız gezegen, ve üzerindeki bütün canlılar, bütün doğal kaynaklar hepimizindir. Başta fosil yakıtlar ve nükleer enerji olmak üzere, doğaya zararlı enerji üretiminin durdurulması, diğer enerji üretim metotlarında ve madencilik faaliyetlerinde ise, kurulacak tesislerin bulunacakları belde ya da ilçede referandumla onaylanması gerekir. Ayrıca hayvanlar ve bitkilerin de hakları Anayasa’yla güvence altına alınmalıdır.

18-   GÜÇLER AYRILIĞI PRENSİBİNE DAYALI ÖZGÜRLÜKLER: Bir demokraside, devlet erkinin tek bir elde toplanması, o rejimin artık demokrat olmadığının göstergesidir. Bu yüzden yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız olmasını temin edecek yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Bu çerçevede Başkanlık sistemi de kabul edilemez. Demokrasi bir uzlaşma kültürüdür, ve tek bir bireyin haklarına bile saygı demektir. Bugün gelinen aşamada yargı bağımsız değildir. Bu nedenle, yargının son yıllardaki taraflı kararları gözden geçirilmeli, şiddet içeren ve yüz kızartıcı suçlar dışında genel af çıkarılmalıdır. Bunu sağlamak için, HSYK’daki yeni düzenlemeler geri alınmalı, yüksek yargı organlarına yapılacak seçimler Türkiye Barolar Birliği’nin göstereceği adaylar arasından yapılmalıdır.

19-   Işığa Yürüyüş Hareketi, bu taleplerin takipçisi olacak, ve bu konulardaki şiddet ve hakaret içermeyen bütün düşünce ve eylemleri destekleyecek, eğer üyelerin çoğunluğu bu maddelerin değiştirilmesini, azaltılmasını ya da arttırılmasını isterse, ortak kararla, bu taleplerde değişiklikler de yapabilecektir.

20-   Aramıza katılmak için, daha önce hiçbir siyasi seçimi kazanmamış olmak, üyelik tarihinde hiçbir siyasi partinin üyesi olmamak, eğer bir gün siyasi bir göreve seçilirse bu görevden alacağı maaşın en az yarısını kamu yararına çalışan derneklerden birine bağışlamayı taahhüt etmek, sabıkasız olmak,  herkesin huzur, sevgi ve Bir’lik içinde yaşayabileceği bir gelecek için elini taşın altına koymak istemek, kavganın değil barışın, gerginliğin değil, huzurun, karanlığın değil ışığın taraftarı olmak yeterli. Kimseyi reddetmeyen herkesi bekliyoruz…

 

IŞIĞA YÜRÜYÜŞ HAREKETİ

9 Haziran 2013 Pazar

9 Haziran- Analiz


Analiz…

1)      AKP’nin kafası karışık, parti içinde çok farklı düşünceler var, ancak son söz lidere ait, ve içleri rahat etmese de bu sözleri savunmak zorunda olan büyük bir parça da var. Mimikler, jestler, alkışlardaki coşku eksikliği görünüyor.

2)      Bu kafa karışıklığı yüzünden, Başbakan’ın yokluğundaki üslupla, döndüğündeki üslup çok farklılaştı. Başbakan’ın da birbirinden tutarsız birçok açıklaması oldu. Hala netleşemediler. Ancak “bizi hala anlamadılar” hissiyatı çok yanlış. Çok iyi anladılar, ama işlerine gelmiyor.

3)      Cemaat ve Milli Görüş içinde de farklı sesler var, ama mahalle baskısının çok hâkim olduğu semtler, o yüzden sesleri kısık çıkıyor.

4)      Bu asla geri adım atılacak anlamına gelmiyor. Çünkü farklı düşünseler de bu hükümet sayesinde geldikleri noktadan hepsi memnun. Tartışsalar da bir arada hareket edeceklerdir.

5)      Başbakan, başta da sandık-seçim vurgusu yapmış, ana muhalefete yüklenmişti. Yasal dayanağı aldığı oy oranı olduğu için, ve bu muhalefete karşı seçim kaybetmeyeceğine çok güvendiği için, mücadeleyi iyi olduğu sahada, seçimlerde karşılamak istiyor.

6)      Bunda, direniş mücadelesinin bir süre sonra heyecanını kaybedeceği tahmini de büyük bir rol oynuyor.

7)      Burada yine “kelle vermek”, “yedirmemek” tezleriyle, yapılan eylemlerin kendisini iktidardan göndermek için yapıldığı teziyle bir tuzak kuruyor. Evet, eylemcilerin arasında böyle bir beklentiye sahip olanlar da var, ama büyük çoğunluğun derdi bu değil.” Bir gün zaten gidecek, iktidarda kalabilir, ama haklarımızı sınırlayamaz” diyenler çoğunlukta.

8)      Aslında bu tezlerin tek amacı var, korkan ve liderliğe güveni azalan tabanlarına cesaret vermek. Ve kitleyi bir savunma pozisyonuna sokmak. İktidarda 10 yıl geçiren bir hareketin, hala mağduriyet argümanlarına sığınmaya çalışması eskiden çalışmış, ama artık anlamsızlaşan bir strateji. Parti tabanı buna inanmayacak, ama destekleyecektir.

9)      Aslında oy oranları da doğru analiz edilmeli. 2011 seçimine katılanlar % 87. Yani aslında aldıkları oy oranı % 43. Bu oy oranının 3’te 2’si, yani % 30 kilitli, her koşulda destekçi. Kalan 3’te 1’in yarısı, doğrudan Başbakan’ın kendi oyu, diğer bölüm, geçici bir grup. Oy verme biçimleri açısından bakılırsa, Başbakan’ın aktif siyasetten çekilme ihtimali de düşünülürse, % 30’luk bir gruptan bahsediyoruz.

10)   Fakat algı yönetimi başka bir şey, hepimiz % 50’nin üstüne ve onların çoğunluk bizim azınlık olduğumuza inandırılıyoruz.

11)   Yine de, bugünkü eylemler yeni bir siyasi iklim yaratmazsa, en büyük parti olma konumları, en azından bir dönem daha devam edecektir.

12)   Bu yüzden, istifa etmeleri, erken seçim gibi talepler hem yersizdir, hem de umulan faydaları sağlamayacaktır.

13)   İstanbul’da yaptıkları MKYK toplantısında bunlar da muhakkak konuşulmuştur. Anlayabildiğim kadarıyla, çıkan karar, üst maddelerde de söylediğim gibi, olayları Mart 2014’teki yerel seçime kadar soğutmak, o güne kadar, parti tabanını sağlamlaştırmak, ve icraatlarının seçimle ibra edilmesini sağlamaktır.

14)   Bunun iki yönü var, birincisi, elbette, 10 ay boyunca eylemlerin aynı coşku ve katılımla süremeyeceğine dair bir inançları var, ve çok da haksız değiller. Ancak diğer açıdan bakarsak, 10 ay alternatif bir siyasi örgütlenme için, yeterince uzun bir zamandır… Bu noktada Kuzey Avrupa’daki Korsan ve İtalya’daki Beş Yıldız hareketleri örnek alınabilir.

15)   Bir seçim noktasındayız. Ya eylemlere devam edecek, ve zorlayacağız. Ya deplasmanda, onların sahasında maç yapmayı kabul edeceğiz, ya da ikisi birden…

16)   Başbakan bugünkü açıklamalarıyla, 18 yaşa seçilme hakkı gibi konularla, geri adım atma, uzlaşma, özür dileme, barış, huzur, sevgi gibi kavramlardan uzak olduğunun mesajını vermiştir. Kısa vadede bu tutumunu değiştireceğine dair hiçbir işaret olmadığı gibi, yapılacağı söylenen mitinglerle, parti tabanı kutuplaştırılarak sağlamlaştırılmaya çalışılacaktır.

17)   İlk yazılarımdan birinde söylediğim gibi, bu uzun süre nefesimizi kontrol etmemiz gereken bir maraton. Masum ve samimi taleplerimiz, hoyrat ve nobran bir üslupla görülmezden geldi diye, kırgın ve kızgınız. Ama şimdi rasyonalite zamanı.

18)    İdeoloji, kadrolaşma, ya da kurumsallaşma bu eylemlerin özgür, bağımsız ve harika ruhuna zarar verir, ancak örgütlenmezsek, iktidarın bizi çekmeye çalıştığı zamana yayılan bir mücadelede gücümüz azalır.

19)   Bu yüzden, soft, eğlenceli, mizahi eylemlere devam ederken, diğer taraftan, Taksim Platformu’nun naif talepleri yerine, sağlam bir metinle talepler netleştirilmeli, hatta keskinleştirilmelidir.

20)   Konjonktür, eskisi kadar olmasa da, hala bizden yana. Havaalanı karşılaması ve mitinglerle Başbakan toplumsal desteği olduğu imajını verse de, sermaye ve dış dünya, ülke içindeki huzursuzlukların bitmesini, bitirmesini talep edecektir… Ama bunun kısa vadede olmayacağı da artık aşikâr. Özgürlük, barış, huzur ve mutluluk için, sabır, ılımlılık, tutarlılık, ve sevgi gerekiyor. Durmak yok, yola devamJ

7 Haziran 2013 Cuma

4 Haziran "analiz"

Sevgili Facebook, bu aralar sürekli düşünüyorum. Şu andaki durum…
1) Konjonktürün lehimize olduğunu söylemiştim. Ekonomik göstergeler, ve dış politika meseleleri yüzünden hükümet geri adım atıyor.
2) Dış dünyaya ve mali piyasalara karşı yaratmaya çalıştıkları imaj çok sarsıldı, daha büyük hasarlardan korkuyorlar.
3) Duygu durumları korku ve endişeden ibaret. Çok korktular. Bu yüzden ve sadece çok... korktuğu için önce Başbakan tehdit ve saldırı moduna geçti. Zaten kişiliği ve müktesebatı geri adım atabilmeye ve özür dilemeye müsait değil.
4) Seyahat iptali konuyu fazla önemsediği mesajı verebileceği için değil, kendi yokluğunda, kendisinin yapamayacağı yumuşak ve uzlaşıcı mesajların verilmesi için uygun iklimi yaratmak için gitti. Bu noktada basın da kaybedeceği para ve itibarı fark edip, büyük ölçüde geri adım attı.
5) Arınç ve Gül yumuşak olmayı başarabiliyorlar, ve halktan gelen tepkiyi bir yastık, ya da kum torbası gibi massettiler.
6) Evet, biz de yumuşamalıyız. Şiddet ve sertlik kimseye yaramaz, yarın bizim çocuklarımız da bu ülkede yaşayacaklar, uzlaşma kültürü olmayan herkesin bunu öğrenmesi şart.
7) Temel sorun, demokrasiyi bir durak ya da amaç olarak gören zihniyet. Sandık ve aslında çok başarılı oldukları anketlerde, halkın duygularını okuyamadılar. Sadece deniz kıyılarına sıkışmış, ya da büyükşehirlerin bazı semtlerinde oturanlar değil, bütün Anadolu’da tepkili bir kitle var. İkinci büyük hataları, halkı muhalefet partileri kadar kolay yönlendirebileceklerini sanmış olmaları. Bu yüzden olayın başından beri olanları ana muhalefet partisi üzerinden açıklamaya, hiç alakası ve bu konuda yeteneği olmamasına rağmen onu suçlamaya, ve kitlelerle nasıl iletişim kurabileceklerini ve yönetebileceklerini bilmedikleri için muhatap olarak, bildikleri bir rakibi gündeme getirmeye çalıştılar.
9) Ne kadar eksikli olursa olsun, ana muhalefet partisinin bu tuzağa düşmemiş olması bir başarıdır. Diğer muhalefet partisi ise, bilinen devlet güvenliği refleksleri nedeniyle, tamamen konunun dışında kaldı.
10) Sırrı Süreyya Önder, partisinden tamamen bağımsız bir şekilde, siyasete girmeden önceki siyasi kimliğine uygun olarak, çok başarılı bir profil çizdi. Bu yüzden bugünkü önerileri de çok değerli.
11) Ancak daha önce yazdığım tuzağa çekilmeye çalışılıyoruz.” Çevre bilinci yüksek sevimli vatandaşlarımızın Gezi Parkı muhalefetine evet, haklı ve meşru bir tavırdı. Diğer konuları da gündeme alacağız.” argümanı sadece gaz almaya ve vakit kazanmaya yönelik bir politikadır.
12) Olay Gezi Parkı meselesi değildir. Özgürlük mücadelesidir. Daha önce sahip olduğumuz özgürlüklerin gün be gün elimizden alınmasına bir tavırdır. İnanç, değer ve yaşam tarzlarımızın beceriksiz bir toplum mühendisliğiyle dizayn edilmeye çalışılmasına duyulan büyük bir tepkidir.
13) Milli bayram kutlamalarından, içki ve sigaramıza, kürtaj ve sezaryen meselesine, laik devletin memurlarının ahlak polisi olarak görevlendirilmesine, eğitimde ve her alanda dini motiflerin egemen kılınmasına, Atatürk ve Cumhuriyet’ten, adalet duygumuzu yok eden yargılamalara, ve daha bir çok konuda, bizden alınan özgürlüklerimizi geri almayı talep ediyoruz.
14) Bu yüzden “alın Gezi Parkı’nı ve susun” mesajını kabul etmek yanlıştır, bu bir maraton, ve daha uzun bir yolumuz var. Hükümet eden parti, özgürlüklerimizi kafasına göre sınırlayamayacağını öğrenmeli, hazmetmeli, ve hatta bu konuda, belki bir özgürlükler paketi yasası, ya da doğrudan Anayasa’yla bize güvence vermelidir.
15) Yine bu yüzden, artık polis şiddet kullanmadığına göre, gençlerimizi frenleyip, aslında düşüncelerine katılmasak da, eylemlerin ön saflarında yer alan ve etkili de olan marjinal ve radikal grupları pasifize etmeli, ve barış, özgürlük ve huzurdan başka bir şey istemediğimiz mesajını vermeliyiz.
16) Ancak, hafta sonları boyunca şiddet içermeyen, hakaret yerine zekice sloganlar kullanılan, sakince oturup şarkı söylenip türkü çığırılan, dans edilen soft eylemler, ve hafta içi akşamları, ışıklar, tencereler, kornalar ve kısa mesafeli kortejlerle, bizden alınan özgürlük ve haklarımızı unutmadığımızı, peşinde olduğumuzu ve vazgeçmeyeceğimizi hep hatırlamalı ve hatırlatmalıyız.
17) Özellikle önümüzdeki hafta sonu, hükümete geri adım attırdığımız ve ilk raundu kazandığımız için çok büyük bir kutlama olmalı, bir şenlik ve festival havasında eğlenmeliyiz.
18) Ama sonra, bizden geri alınan haklarımızın tümünü geri alana kadar, sabırla, aynı eylemlere devam etmeliyiz. Eğer ne yapıyorsanız derlerse, biz de “durmak yok, yola devam” cevabını veririz.
19) Artık korkmuyoruz, ve bizim korkmadığımızı görünce korktular. Ama bu bir savaş değil. Bu muhakkak uzlaşma kapıları açık olması gereken bir hak mücadelesi. Her adım ve çabalarında, “yetmez ama evet” demeyi ve desteklemeyi unutmayalım, onları motive de edelim.
20) Konjonktür bizden yana, şu anda birçok nedenle, istediklerimizi elde etmek için çok uygun bir iklim var. Ama bunları çok sağlam güvencelere bağlamayı da ihmal etmeyelim, unutmayalım ki, bir sonraki seçimlerde bambaşka bir kadroyla karşı karşıya da gelebiliriz…

4 Haziran

Tarih 1 Nisan 2012. Suriye'nin dostları toplantısında Başbakan konuşuyor... Konuşmasında Suriye sözcüğü geçen her yerde Türkiye diye okursanız çok ilginç...
"Suriye'nin şehirlerinde en modern silahlara karşı özgürlük mücadelesi veren kardeşlerimize selam gönderiyorum. Asla yalnız olmayacaklarını hatırlatmak istiyorum"
"Suriye'deki rahatsızlıkları bildiğimiz için, Suriye'nin Mısır ve Libya'nın yaşadığı acı hadiseleri yaşamaması için Esed'e bir an önce adım atması gerektiğini defaatle ifade ettik. Suriye yönetimi tarafından bu yönde bize verilen sözler maalesef tutulmadı. Suriye, bize verdiği sözleri tutmadığı gibi, halkının meşru taleplerini de, geçmişte olduğu gibi şiddet, baskı, zulüm ve sindirme yoluna giderek yok etmeye çalıştı."
"Etkin bir gözlem mekanizmasıyla izlenmeyen, belirli bir siyasi geçiş takvimine bağlanmayan her girişim, Suriye yönetimini şiddet yönünde teşvik edecektir."
"Kendi halkına zulmeden bu rejimin iktidarda kalmasını sağlayacak hiçbir planı desteklememiz söz konusu olamaz ve olmamalıdır. Ayrıca, bugün geldiğimiz noktada, tek başına söylem birlikteliği de yeterli değildir. Üzerimize düşen esas sorumluluk, söylem birlikteliğinin gereği olan eylem birlikteliğini de sağlamaktır. Bu çerçevede, biz, Suriye halkının ve Suriye halkını temsil eden Suriye Ulusal Konseyi'nin, evrensel değerler temelinde demokratik bir Suriye kurma azim ve kabiliyetine yürekten inanıyoruz."
"İnanıyorum ki Suriye halkı kendi hakkını tayin etme hakkını alacaktır. Masum canına kastedenler de mutlaka cezasını çekecektir."
:)))

2 Haziran

Bugünkü konuşmasında Başbakan yumuşama işaretleri verdi ama asla geri adım atmayacağını da vurguladı. “Alkol içen herkes bana göre alkoliktir” ve “sosyal medya ülkelerin baş belasıdır” gaflarını, ev sahibinin paslarıyla düzeltmeye çalıştı. Hiç alakası olmamasına rağmen, eyleme katılanları CHP’ye yamamaya çalıştı. Çünkü, eğer mindere CHP gelirse, bildiği bir rakip olacak, ama kitlelerle nasıl mücadele edeceğini bilmiyor. En büyük argümanı seçimle geldiği, ve seçimle gideceği. Bu da büyük bir tuzak. Evet demokrasilerde iktidar seçimle değişir, ama bütün kararlar da konsensusla alınır, bırakalım azınlığı, bir tek kişinin bile hakları önemlidir. Sandık gücü, tiranlık, ya da her şahsi kararınızı topluma dikte edebileceğiniz bir diktatörlüğe dönüşmemelidir. Diğer paradoksları, hem “kimsenin kimsenin hayat tarzına karışmamasının güvencesiyiz” derken, aynı zamanda, “eğer dinin güzel emirleri varsa bunlar neden uygulanmasın?” demesi, ve toplumu kendisine göre “kötü” alışkanlıklardan koruyacağını söylemesi. “Siz biz ayrımı kötüdür” derken, sadece ”bazı semtlerde” dindarlara yapılan ayrımcılıklardan bahsetmesi. “Zenginleşeceksek, biz kahir ekseriyetin ahlaki normlarımıza uymalısınız” buyurması.
Daha pek çok şey söylenebilir, ama aynı çifte standartlı algı yönetimi çabası, ev sahibinin sorularının ihalesiz alınan yeni televizyon kanalına teşekkür üslubunu aşamaması, parti tabanına Taksim’e camii çiçeği atması, aslında ciddi bir öfkenin ve korkunun maskeli haliydi.
Artık durum daha ciddi. Yarın Pazartesi. İnsanların işleri, öğrencilerin okulları var. Ve sonra 4 gün daha böyle. Bu yüzden, bu gece daha da sertleşebilirler, çünkü “bitti, bitirdik” demek isteyecekler. Ve yarın zaten azalacak kalabalıkların umudunu kırmaya çalışabilirler. Bu yüzden, eylemin sürekliliği adına bazı prensipler kararlaştırılmalı.
Medya hala olayları “Gezi” eylemleri olarak sunmaya çalışıyor. Defansta olduğumuzu unutan öfkeli gençlerin ve provokatör grupların kullandığı şiddeti suiistimal ediyor. Elbette bunlar olmamalı, biz defanstayız, ama etrafın tepkisinden korkan kısık sesli muhabirler, “vandalizm” propagandası yaparken, medyanın eylemlere en azından bir süre daha destek vermeyeceği aşikâr. Üstelik Başbakan köşe yazarlarını, hatta reklamcı kuruluşları bile tehdit etmeye devam ederken…
Bu yüzden dezenformasyona çok dikkat ederek, eylemlerin organizasyonunda sosyal medyayı daha aktif olarak kullanmalıyız. Tahrir türü sürekli eylemler bize uymaz. Çünkü bizim ideal olmasa da bir demokrasimiz, hükümete olmasa da devlete saygılı bir geleneğimiz, ve aslında çok da sabırlı olmayan bir halkımız var. Bu eylemlere katılanların deneyimsizliği ve masumiyeti de göz önüne alınırsa, erken bıkabileceklerini bile düşünüyorum. Üstelik, uzun vadeli ve barışçı bir gelecek için, peşinde olduğumuz özgürlüklerimizi, hiç de mümkün görünmeyen ve aslında istediğimizden pek de emin olmadığımız bir devrim yoluyla değil, demokratik tepkilerimizle geri almalıyız.
Bu nedenlerle aynı meydanlarda sürekli kalmak ve zayıf eylemler yapmak yerine, önümüzdeki 5 gün, her akşam 21:00’de ışıklar, kornalar ve tencerelerle bilincimizi Cuma akşamına kadar uyanık tutmalıyız. Arada iyi organize edilmiş birkaç saatlik toplanmalar da fayda sağlayabilir. Ama eylemlerin etkisi ve gücünü arttırmak için sonuç alınana kadar, her Cuma-Pazar arası, aynı merkezlerde kaldığımız yerden ve mümkünse daha kalabalık olarak devam etmeliyiz. Vazgeçmeyeceğimizi görmeliler…